İstanbul çevresi gezilebilecek günübirlik yerlerden biri de İstanbul’a yalnızca 237 km uzaklıktaki tarihi Edirne şehrimizdir. Sabah erken yola çıktığınız takdirde tüm gün Edirne’yi gezmek için yeterli vaktiniz olacaktır.
Edirne’nin en eski halkı Traklar soyundan Odrisler’in yörede Meriç ve Tunca ırmaklarının birleştiği bugünkü Edirne’nin bulunduğu yerde bir kent kurdukları bilinmektedir. Daha sonra Makedonyalılar ve Roma İmparatorluğunun hakimiyeti söz konusu olsa da Edirne kimliğini Osmanlı Döneminde bulmuştur.
Edirne, Osmalı Dönemine başkentlik yapmış, tarihi dokusu ve yansıttığı tarihi atmosferi ile şehrin içine girdiğiniz gibi sizi etkisi altına alıyor. Kültürel mirasımızın en büyük izleri bu şehirde olup, Hamamlar, Külliyeler, Camiler, Çarşılar, Köprüler ve Kilisesi ile bir çok yapıyı içinde barındıran her bir köşesinde tarih bulunan şehir aynı zamanda hat ve süsleme sanatının en güzel örneklerine sahip olup, tıp tarihine geçen ilk uygulamaların burada başlaması da şehri daha değerli kılar.
Yaptığımız listedeki yerleri sırasıyla gezmeye Edirne’nin en eski Roman mahallesi olan Kemikçiler mahallesinden başlıyoruz. Mahallede gölgede yaşayan en eski Balkan kökenli Çingeneleri ile Edirne’nin yerli çingeneleri yaşamaktadır. Mahalle sakinleri geçimini geleneksel meslekleri olan müzisyenlik ve kalaycılık ile sürdürmektedir. Mahalle girer girmez renkli evler ve cıvıl cıvıl şen insanlar etrafınızı hemen sarıveriyor. Hepsi yardım etmeye çok meraklılar
Ben arabanın resmini çekerken kahvedeki yaşlı Romanların bak bea’yı çekiyo bea diyip aralarında gülmeleri, yanıma gelen bir başka yaşlı amcayla kısa muhabbetim sonunda bu mahallede epiciğimiz romanız bea demesi kıkır kıkır gülmeleri çok eğlenceliydi. Anne tarafım Karaağaç baba tarafım Trabzon ve ben nedense bu iki şiveye de bayılıyorum. Valla memleketim olduğundan değil ikisi de ciddi anlamda çok komik olduğundan
Kemikçilerden ayrılıp çok yakınında bulunan Kıyık caddesindeki Sv. Georgi Kilisesine ziyaret ettik. 1880 yılında yapımı tamamlanan Bulgar (Ortodoks) kilisesidir. 320 metrekale alana yapılan kilisenin içinde eski Bulgar elbiseleri, takıları ve bakır eşyalar sergilendiği gibi onlarca tablo bulunmaktadır. Her yıl 6 Mayıs da Sveti Georgi için ayin düzenlenmektedir.
Kiliseyi gezip arabayla Selimiye Cami’nin arkasına varıp aracımızı Müze ile cami arasına park ettik. 13 Haziran 1971 yılında açılan müzede bulunan eserlerin bir çoğu Prehistrotik dönemden kalmadır. Bunun yanı sıra Yunan, Bizans ve Roma dönemlerinden eserler de müzede yer almaktadır. Müzedeki heykeller, çanaklar, mezar stelilleri, sunak, lahit ve fosil örnekleri ve para koleksiyonu ilgi çeken eserler arasından yalnız bir kaçıdır.
Müze bahçesindeki Ion, Aiol, Korinth, Bizans sütun başlıkları sergilenmektedir. Mitolojik varlıklarla süslü Roma dönemine ait ve üzeri Eros kabartmalı sunak ile Lalapaşa Hacılar Köyünden getirilmiş Hacılar Dolmeni ile Arpalık Dolmeni ve menhirler ilgi çekici eserlerdir. Dolmenler günümüzden 3-4 bin yıl öncesinin megalitik diye adlandırılan anıt mezarlardır.
Müze kapısından çıktığımız gibi karşımızda zamana meydan okuyan asırlardır dimdik ayakta duran Mimar Sinan’ın ustalık eseri Selimiye Cami tüm ihtişamıyla karşımızda.
4 muhteşem kubbesi dışında camideki 99 pencere Allah’ın 99 ismini, 32 kapısı dinimizin 32 farzını, 4 kürsüsü 4 mezhebi sembolize ettiği gibi minarelerindeki 12 şerefe ise cami’yi yaptıran II. Selim’in 12.padişah olmasına işaret etmektedir. Caminin içindeki İznik’ten getirilen orjinal çinilere, kubbenin ihtişamına doya doya bakıp avludan kapıdan girip merdivenlerden Arasta Çarşısına ulaştık.
Avludan 5 metre aşağıda yer alan çarşı Sultan III. Murat tarafından camiye gelir getirmesi amacıyla Mimar Davut Ağa’ya yaptırmıştır. Oldukça küçük olan çarşısının dükkanlarına bakına bakına dışarı çıkıp Eski Cami’ye doğru yürüdük. Namaz vaktine denk geldiğimiz için aslında daha orjinal fotoğraflar ortaya çıkmış oldu!!
Hat yazıları ile bilinen çok kubbeli Eski Cami Edirne’de Osmanlı döneminin ilk sanat eseridir. 1403 de inşası başlanan caminin yapımı 1413 yılında tamamlanmıştır.
Bu kadar gezdikten sonra karnımız acıkmaya başladı. Çarşıdaki meşhur Aydın ciğercisine gidiyoruz. Talep olunca kuyrukta olur tabi böyle İki porsiyon ciğer, 3 ayran 23 TL ödedik.
Yemek sonrası yine yürüyerek sıradaki Cami’ye gidiyoruz. Her yer birbirine çok yakın olduğundan yorulmak söz konusu olmuyor.
Üç Şerefeli Cami’nin özelliğinden dolayı içeri girer girmez kubbenin altına geliniyor. Caminin kubbelerindeki orjinal kalem işleri görülmeye değerdir.
Caminin kapısından çıkınca karşı sokağında Makedon Kulesi kendini sokak arasından gösteriyor.
Sıra Karaağaç’a geldi. Karaağaç’a giden yol üzerinde önce Tunca ve Meriç nehirlerini taş köprüler sayesinde geçip kendimize oturacak uygun bir yer buluyoruz. Meriç köprüsünün hemen bitimindeki hem sağ hem de soldaki çay bahçeleri genelde çok kalabalık olduğu için biz Lalezar denen çay bahçesinde oturmayı tercih ettik. Hem sakin hemde servis daha iyiydi. 2 çay ve 2 türk kahvesi için 16 TL ödedik.
Meriç köprüsü için dünyanın en güzel günbatımı çekilecek yerlerin başında geldiği söyleniyor. Biz tam gün batımına yetişemesekte ucundan yakaladık sanırım 🙂 Kahve ve çay molamız sonrası her geçtiğimizde keyif aldığımız Karaağaç yolundan devam ederek Lozan Anlaşması ile Karaağaç’ın tekrar Türk topraklarına kazandırılması ve Lozan anlaşmasında kazanılan diplomatik zaferi temsil eden Barış Anıtına ardından Neo-Klasik tarzda Mimar Kemalettin Bey tarafından 1914 yılında yapımına başlanan tren istasyonuna, 1977 yılından beri Trakya Üniversitesi Rektörlük Binası olarak kullanılan yapıyı ziyaret edip, Bulgaristan Kapıkule freeshop’unda alışverişimizi de yapıp Edirne merkezdeki meşhur Köfteci Osman’da akşam yemeğimizi yiyip günü bitiriyoruz. (2 porsiyon köfte ve içeceklerimiz 26 TL)