Küba, tarihsel süreci boyunca birçok kahramanın yükselişine ve düşüşüne tanıklık etti. Bu süreçte Küba halkı, çeşitli zorluklarla karşılaştı ve bu zorluklara karşı mücadele etmek zorunda kaldı.
1952 yılında Fulgencio Batista, Küba’nın eski silahlı kuvvetleri başkanı olarak bir darbe ile yönetimi ele geçirdi ve Küba’yı 7 yıl boyunca yönetti. Ancak bu dönemde hükümetin uyguladığı baskı ve zulüm, halkın yaşam kalitesini düşürdü.
Ancak 1959 yılbaşı gününün sabahı, Fidel Castro liderliğindeki yeni devrim, adada sesini duyurdu ve Batista Küba’dan kaçmak zorunda kaldı. Küçük bir gerilla grubu, devrim yapmak için mücadele etti ve sonunda başarılı oldu.
Küba’nın ABD ile olan yakın ilişkisi, devrim öncesinde oldukça iyi durumdaydı. Ancak Batista yönetimi, halka karşı uyguladığı baskı ve zulüm nedeniyle, ABD ile olan ilişkileri zayıflattı.
Fidel Castro, toprak sahibi zengin babanın oğlu olarak dünyaya geldi. Ancak, halkın özgürlük ve refah içinde yaşama hayalleri kurabileceği bir devrimin vektörü olmak için Batista’ya karşı başkaldırdı ve isyan etti. Castro’nun liderliğindeki devrim, Küba halkının yaşam koşullarını iyileştirmek için çalıştı.
Fidel Castro, komünist bir lider olarak anılırken, aslında halkına özgürlük ve refah sağlamak için mücadele etti. Castro, Batista’nın diktatörlüğüne karşı başkaldırdı ve halkın yaşam koşullarını iyileştirmek için mücadele etti. ABD, Batista’ya destek verdiği için Castro’yla arası açıldı.
Sonuç olarak, Küba’nın tarihsel süreci, birçok zorluğa rağmen halkın mücadelesiyle doludur ve Fidel Castro’nun liderliği altında gerçekleşen devrim, halkın yaşam koşullarını iyileştirmek için önemli bir adımdır.
Fidel Kastro ve küçük bir grup isyancısı, devrimlerini Sierra Maestra dağlarında, sadece 100 adamla başlattılar. Ancak umutsuz bir savaşa göndermek yerine, Kastro coşkulu bir propaganda kampanyası yürüttü ve Kübalıları devrimin mantıklı bir seçim olduğuna ikna etti. Aralık 1958’de, Kastro ve isyancıların yarısı Santiago’ya, diğer yarısı da Havana’ya doğru yürüdü. Liderleri olan Ernesto Che Guevara ve isyancı ordu komutanı Camilo Cienfiegos, Havana’ya doğru giderek grubun liderliğini üstlendiler.
Camilo Cienfiegos, 1932 yılında Havana, Küba’da doğdu ve kendisi Havana’nın kurtarıcısı olarak kabul ediliyor. Günümüzde, Camilo Cienfiegos’un kelimeleri Havana’daki Plaza de la Recoluciton’da yazılıdır. Ancak, isyancıları 2 Ocak 1959’da Havana’ya vardığında, Batista ve yakın çevresi bile Küba’dan kaçmıştı. Başkent Havana’daki askerler, direnmeden teslim oldular ve bu süre içinde Fidel Kastro ve birlikleri de Santiago’ya girdiler. Kastro’nun, Santiago çıkartmasındaki baş kumandanı Huber Matos’du ve kendisi, gerilla savaşçılarına silah temin ederek Fidel’in devriminin önemli bir parçası olmuştu. Fidel, yeni başkenti olarak Santiago’yu ilan etti.
Artık Küba’nın başkenti olmayan Havana, Kastro’nun ordu komutanı Camilo Cienfiegos’un kontrolü altındaydı. Fidel Kastro adanın diğer ucundan 3 Ocak 1959’da Havana’ya doğru yola çıktı ve 8 Ocak’ta Havana’ya vararak şehri yeniden Küba’nın başkenti ilan etti. Havana’ya vardığı gün Kastro, 400.000 kişinin önünde bir zafer konuşması gerçekleştirdi.
Fidel Kastro’nun başkanlığı sırasında Batista’nın muhalifi olan herkesi birleştirmeyi başardığı bilinmektedir. Fidel, Küba’yı ele geçirdiğinde resmi bir makama sahip değildi ve kendisini devlet başkanı ilan etmek yerine saygın Kübalı entelektüellerden ve filozoflardan oluşan bir hükümet kurdu. Ancak, sonrasında her bakanı yavaş yavaş görevinden alarak kendi adamlarını atadı ve bunların arasında en önemli iki kişi kardeşi Raul ve Enesto Che Guevara’dı.
Bu arada, Camilo Cienfiegos da dahil çoğu devrimci, Küba’nın komünist olmasını istemiyordu. Ancak, 7 Ocak 1959’da ABD, Kastro’nun devrimci koalisyonunu Küba’nın resmi hükümeti olarak tanıdı ve Fidel’in Havana’ya varmasıyla kaçmayan Kübalı zenginler sınıfı bile Fidel’i ve hükümetini destekliyorlardı. Bunlardan biri de Bacardi ailesidir.
Sonuç olarak, Fidel Kastro ve isyancıları, Sierra Maestra dağlarında başlattıkları devrimle, sadece 100 adamla başladılar. Ancak, Kübalıları umutsuz bir savaşa göndermek yerine coşkulu bir propaganda kampanyası yürüttü. Sonuç olarak, Kastro ve isyancılarının yarısı Santiago’ya yürürken diğer yarısı da Havana’ya doğru ilerledi. Camilo Cienfiegos, Havana’nın kurtarıcısı olarak kabul edildi. Kastro, Santiago’yı yeni başkent ilan etti ve Havana, Cienfiegos’un kontrolü altına girdi. Fidel, Havana’ya girdiğinde, 400.000 kişinin önünde zafer konuşması yaptı. Kastro, Küba’nın başkanı olarak, Batista’nın muhalifi olan herkesi birleştirdi. ABD, Fidel’in hükümetini tanıdı ve birçok Kübalı zengin Fidel’i ve hükümetini destekledi, aralarında Bacardi ailesi de vardı.
Küba’nın iyileştirilmesi kolay olmayacaktı. Batista yönetimi sırasında birçok anlaşmazlık çözülememişti. Fidel, devrimci mahkemeleri tutuklama ve yargılama için hazırladı. Bu mahkemelerde pek çok kişi idam edildi. Daha sonra, devrimci duruşmalar kamuoyu önüne çıkarıldı ve Havana’nın en büyük stadyumunda yapılmaya başlandı. Bu duruşmalar sadece Batista yanlılarına yönelik değildi, ihbar edilen herkes yargılanıyordu. Kastro’ya yakın olanlar bile korkar olmuştu.
16 Şubat 1959’da Fidel Kastro kendisini Küba’nın başbakanı ilan etti. Devrim sırasında Küba’nın geleceği için düşüncelerini açıkça belirtmemişti. Ancak, yönetimi tamamen ele geçirdiğinde Kastro geniş bir reform programı başlattı. İlk olarak, Küba’daki çoğu Amerikan şirketi kamulaştırıldı. Kamulaştırılan mülklerin çoğu Kübalı çiftçiler arasında dağıtıldı. Amerikan şirketleri, tek bir günde yaklaşık 500.000 dönümlük toprağı kaybetti. Diğer bir reformu, Küba’nın kentsel fakirlerine yardımcı olmak için kira fiyatlarını düşürmekti. Getirilen bu reformlar yeni bir anlaşmazlığın belirtisiydi. ABD hükümeti kamulaştırmayı protesto etti ve ABD, yaptırımlar uygulamakla tehdit etti.
Ancak, Kastro’nun reformları, bazı insanlar için gelir kaybına neden oldu. Kamulaştırmalar sonucu birçok insan gelirlerini kaybetmişti. Kastro başa geçtikten sonra sadece birkaç yüz Kübalı adadan kaçarken, reformlar sonrasında yüz binlerce insan adayı terk etti.
ABD ile olan gerginliği yatıştırmak için Fidel Kastro, Nisan 1959’da Washington DC’yi ziyaret etti. Kastro’nun hedefi meşruiyetti. ABD’nin onu Küba’nın hükümet başkanı olarak tanımasını istiyordu. Ancak, ABD Başkanı Dwight Eisenhower, Fidel’e güvenmiyordu.
Küba’nın komünizmle ilişkileri sadece ABD hükümetini endişelendirmiyordu. Devrim sırasında, Fidel Kastro bilerek belirsiz kalmıştı, yönetimi sırasında Batista diktatörlüğü muhaliflerini birleştirmek için. Ancak, Fidel Kastro’nun kardeşi Raul ve ekonomi bakanı Ernesto Che Guevara’nın sunduğu reformlar, birçok Kübalıyı soğuttu.
Devrim ordusunun komutanı Camilo Cienfuegos, Savunma Bakanı Raul Kastro’nun emri altındaydı. Ancak, yine de şiddetle Raul’a ve Küba hükümetinin sola kayışına karşı çıkıyordu. Aslında, Camilo halkın gözünde Fidel’den daha önemliydi. Halk, Havana’nın kurtarıcısı olarak tanıdığı Camilo ve Fidel’in Santiago’yu ele geçirmesine yardım eden dostu Huber Matos, Fidel’in politikasını sevmediklerini dile getirmişlerdi. Huber Matos, Fidel’e istifasını bile sunmuştu. Fidel, radikal bir kararla Huber Matos’u tutuklama kararı aldı ve o, 20 yıl hapis cezası aldı. Tutuklama görevi için Huber Matos’un yakın dostu olan Camilo’yu görevlendirdi. Böylece, Fidel de Camilo’nun sadakatini sınayacaktı. Camilo görevini yerine getirdi. Tutuklama görevinden sonra, 28 Ekim 1959’da Camilo Havana’ya geri uçtu ve Fidel ile buluşacaktı. Ancak, uçuş esnasında Camilo’nun uçağı hiçbir imdat çağrısı yapmadan ortadan kayboldu. Uçak ve Camilo’nun cesedi asla bulunamadı. Sebebi ve kimin yaptığını artık siz tahmin edin!
Çoğu Kübalı, politik eğilimlerin ötesinde büyük sorunlarla karşı karşıyaydı. Nüfusun çoğu aşırı yoksulluk içinde yaşıyordu ve bu sorunun temel sebebi, ABD’nin Küba ile ticaretini kesmesiydi. Bu durum, ülkenin ekonomisinde büyük bir çöküşe neden oldu ve halkın yaşam koşulları ciddi şekilde etkilendi.
Bunun üzerine Küba, ABD’nin baş düşmanı Sovyetler Birliği ile anlaşmalar yapmak için birlikte hareket etmeye karar verdi. 8 Şubat 1960’ta Sovyetler Birliği bakanı Anastas Mikoyan, Küba’ya geldi ve yeni bir ittifak kuruldu. ABD Başkan Yardımcısı Nixon ise, Küba’nın Sovyetler Birliği’nin kontrolünde bir üs haline gelmesinden endişe ederek gizlice Amerika’nın müdahalesini önerdi. Ancak Başkan Eisenhower, savaş riskini göze almak istemedi.
Küba’nın bir diğer sorunu ise silah sıkıntısıydı. ABD, Batista döneminde bir silah ambargosu uygulamıştı ve bu ambargo hala devam ediyordu. Küba, bu sorunu çözmek için silahlarını Rusya ve Çekoslovakya gibi ülkelerden tedarik etmeye çalıştı.
4 Mart 1960’ta ise Fransız yük gemisi La Coubre, 76 tonluk Belçika cephanesiyle Havana Limanı’na demir attı. Liman işçileri, gemiyi boşaltırken ani bir patlama meydana geldi ve 75 kişi hayatını kaybetti, yüzlerce kişi yaralandı. Che Guevara’nın ünlü fotoğrafı da bu olayın ardından çekilmiştir.
Kısacası, Küba’nın tarihi, politik eğilimler ve dış ülkelerle olan ilişkileri kadar, halkın yaşam koşulları, ekonomik krizler ve silah sıkıntıları gibi iç sorunları da önemli bir yer tutar.
Patlamanın ardından Fidel Kastro, ABD’nin bunun kasıtlı bir saldırı olduğunu iddia etti. Bu olay, ABD hükümeti için bir kırılma noktasıydı ve Eisenhower yönetimi, Küba’yı işgal etmek için CIA operasyonuyla Kübalı sürgünleri örgütleyerek onlara tüm desteği ve eğitimi sağlamaya başladı. Bu operasyona 1300’den fazla Kübalı sürgün gönüllü olarak katıldı. CIA, Fidel’e karşı bir halk ayaklanması çıkacağını umarak bir istila planı hazırladı. Ağır silahlarla donatılmış 2506 Tugayı, Küba’dan Guatemala’dan saldıracaktı. Hedefleri, Escambray Dağları’nın yakınındaki Trinidad kasabasıydı. Ayaklanmacılar burada birleşecek ve uluslararası bir yardım çağrısı yapacaktı. Bu plan doğrultusunda ABD, çağrıyı bahane ederek Küba’yı resmen istila edebilecekti. CIA, Küba’nın istilasına hazırlanırken ABD’de bir genel seçim kampanyası devam ediyordu. Eylül 1960’ta seçimlerden kısa bir süre önce, Fidel Castro ve dünyanın dört bir yanından gelen devlet başkanları Birleşmiş Milletler’de konuşmak üzere New York’a gelmişlerdi. Küba, Birleşmiş Milletler’in bir üyesi olduğundan, Castro ABD’yi rahatça ziyaret edebilir ve BM Genel Kurulu’nda konuşabilir. Başlangıçta kısa bir konuşma yapmak amacıyla çıktığı kürsüden 4,5 saat boyunca konuşan Castro, tarihe geçti ve halen bu rekoru kıran biri çıkmadı!
8 Kasım 1960’ta Amerika Birleşik Devletleri’nin yeni başkanı John F. Kennedy oldu. Küba’yı işgal planları, Kennedy seçimleri kazandıktan sonra ortaya çıktı. 4 Nisan 1961’de Kennedy, bazı şartlar altında operasyonu kabul etti. Bunlardan biri, hedefin Trinidad kasabası yerine ücra bir sahil olan Domuzlar Koyu olmasıydı. Ve bunun üzerine Domuzlar Körfezi çıkartması gerçekleştirildi. CIA’in eğittiği 1334 Kübalı sürgün vatandaşı, geri almak için hazırdı. Ancak Domuzlar Körfezi çıkartması başarısızlıkla sonuçlandı. Toplam 114 Kübalı sürgün öldürüldü ve 1200’den fazla kişi yaralandı. Başarısız Amerika saldırısı, Kübalıları liderlerine yakınlaştırdı ve Latin Amerika’nın gözünde bir kahraman haline geldi. Bu olay, Küba’nın bağımsızlığı için verdiği mücadeleyi daha da güçlendirdi ve Fidel Castro’nun liderliğindeki hükümetin, Küba’nın geleceği için atacağı adımları da etkiledi.
Kastro, iktidarda kalmak için zaferlerden daha fazlasına ihtiyaç duyduğunu anlamıştı. Bu sebeple, sıkı bir uluslararası müttefik arayışına girdi. Sadece iktidarda kalmak için değil, ülkesine gerçek anlamda fayda sağlayacak bir ortaklık arayışındaydı. Nihayetinde, Domuzlar Koyu’nda kazandığı zaferden sadece iki hafta sonra, Kastro halka açık bir tören düzenledi ve Küba’yı sosyalist olarak ilan etti.
Ancak bu ilanın ardından, ABD Başkanı John F. Kennedy, istilanın başarısızlığını kabul etmek zorunda kaldı ve yeni bir istila planı emretti. Fidel ise ülkesini diğer olası Amerikan saldırılarına karşı korumak için Sovyetler Birliği’ni sağlam bir müttefik olarak gördü. Bu sayede, Sovyet askerleri ve nükleer füzeleri sayesinde, adanın bağımsızlığı daha da güvence altına alınacaktı. Böylece Küba, Amerika’nın en çok korktuğu şey haline geldi: tam 90 mil açığında bir Sovyet Sosyalizm merkezi olarak varlığını sürdürüyordu. Kısacası, Kastro’nun Küba’yı sosyalist ilan etmesi, sadece iktidarda kalması için değil, ülkesinin geleceği için kritik bir karar olmuştu.