Günümüz Küba’sını anlamak için mutlaka bu ülkenin çalkantılı ve sancılı geçmişine gitmemiz gerekiyor. Çünkü Karayipler’in en büyük adası Küba asırlar boyunca kargaşanın kaynağı olmuştur.
Küba tarihinin sırasıyla okumak için;
Küba Tarihi – Kölelik
Küba Tarihi – Küba Ekonomisinde Canlanma
Küba Tarihi – Amerika’nın Oyun Bahçesi
Küba tarihini tüm detaylarıyla ele alacağımız için her olayı ve bölümü ayrı ayrı başlıklar halinde sıralamak istiyoruz. Bu makale bize aşağıdaki soruların yanıtını verecek:
Küba nasıl köle ticaretinin merkezi haline geldi?
İspanyol sömürge imparatorluğu neden burada yerleşti?
ABD neden Küba’da Guantanamo’da bir askeri üs bulunduruyor?
Küba her zaman dünya güçleri tarafından göz dikilen değerli bir ülke olmuştur. Bu güçler arasında İngiltere, Fransa ve İspanya İmparatorluğu yer alır. Sonunda ülkeyi fetheden İspanya oldu. İspanya İmparatorluğu için Küba, Amerika kıtasının keşfi için belirleyici bir rol oynadı.
Küba, tropik iklime sahip olduğu için her zaman sıcaktır. Toprakları verimlidir ve ada etrafını çevreleyen okyanus balık çeşidiyle doludur. Dolayısıyla, ada asırlar boyu göçmen ve istilacıların tercih ettiği bir yer oldu.
Küba’daki insan hayatının izleri 4.000 yıl öncesine dayanır. Bu, Mısır piramitlerinden bile önceye tekabül eder. Küba’nın yerlileri palmiye yapraklarından yapılmış kulübelerde veya mağaralarda yaşarlardı. Yer elması, yucca, fıstık, balık ve av hayvanlarıyla geçinirlerdi. Ayrıca tütün yetiştirip içen ilk ulus onlar oldu.
28 Ekim 1492’de, Küba’nın ufkunda 3 karavel belirdi. Adalılar, tanımadıkları beyaz tenli adamların çelik kılıçları ve miğferleri olan gemiden karaya çıktığını gördüler. Bu adamlar İspanyollardı ve liderleri Kristof Kolomb’du. Kristof Kolomb, Hindistan ve Çin’in batı yolunu ararken Küba’yı buldu. İspanyollar adaları Kolomb sayesinde 1492 yılında keşfettiler. O zamanlar, bugünkü Amerika gibi görkemli bir şeye dönüşeceğini bilmiyorlardı. Kolomb’un bu yolculuğunda ona finansör olan Kastilya Kraliçesi Isabella ve Kral Ferdinand’dı. Bu yolculuk sonunda Kolomb, altın veya gümüş yerine Kızılderili adını verdiği Kübalı yerlilerle Barselona’ya geri döndü. İspanya İmparatorluğu, Küba ve çevresindeki adaların fethedilmesi için Kolomb’u tekrar geri gönderdi. Göndermeden önce, yeni dünyada kölelik olmayacağını ilan etseler de bu çok çabuk görmezden gelindi.
Kolomb’un adaya geri dönmesiyle, yerliler onu çok sıcak karşıladılar. Ancak husumetler başladığında, askeri üstünlükleri olmadığı için hiç şansları yoktu. Ayrıca, İspanyolların getirdiği kızamık, çiçek hastalığı ve İspanyol kılıçları, birkaç yıl içinde adadaki yerlilerin %90’ını yok etmişti.
İspanya’nın Yeni Dünya’daki zaferi, tartışmasız tarihte hiç görülmemişti. Hristiyanlık adına ölüm ve kölelik saçmışlardı. Küba, Karayipler’in anahtar bölgesiydi ve stratejik konumu nedeniyle önemli bir yer tutuyordu. Yani İspanya için Latin Amerika’nın anahtarı olduğunu söylemek en doğrusu olur. Yeni Dünya’nın ürünleri (altın, gümüş, baharat) Havana Limanı’ndan geliyordu. Ve İspanyollar, bu ürünlere bir yenisini daha eklediler: Tütün.
Tütün, 16. yüzyıl boyunca Küba’nın en büyük ihracatıydı. Bu bitkiyi yetiştirip içen ilk kişiler Küba’nın yerlileriydi. İspanyol denizciler ve tüccarlar, tütünü dünyaya tanıttılar. Bu yüzden Küba, tütün adası olarak tanınmaya başladı.
Kolomb’dan yüzyıl sonra, Karayip yerlilerinin çoğu öldürülmüştü. Yeni alanlarının istismarına devam edebilmek için İspanya, yeni bir iş gücü getirmeliydi. Vicdanı olmayan duygusuz tüccarlar, bunun çözümünü Afrika’nın köle pazarlarında buldular. 12,5 milyon Afrikalı köle, gemilere tıkıştırılıp Yeni Dünya’ya gönderildi. Yaklaşık 1,5 milyonu yolculuk esnasında öldü.
Küba’da köleliğin İspanyol sömürgeciliği döneminde hemen başladığı açıktır. Ancak, büyük bir kurum olarak gelişmesi tam olarak Haiti’deki şeker değirmenlerinin yok olduğu yani 1804-1805 gibi oldu.
Köleliğin Gelişimi ve Büyük Kurum Haline Gelmesi
Haiti, 1660’tan bu yana Fransız bir kolonisiydi ve Küba’nın komşu adalarından biriydi. Küba, temel olarak tütün tarımına dayanırken, Haiti’nin temel ürünü şeker kamışıydı. Bu, yeterli iş gücü ile kazançlı bir ticaretti. 1789’da Haiti’deki beyaz göçmenlerin sayısı 32.000 iken, Afrikalı kölelerin sayısı 432.000 idi. 17 Ağustos 1791’de Haiti’deki köleler isyan ederek efendilerini öldürdüler ve özgürlükleri için kanlı bir savaşa giriştiler. Bu sonucunda, Haiti’nin şeker endüstrisi yok oldu.
Böylece, dünyanın ana şeker üretimi birkaç yıl içinde bitmiş oldu. Kübalılar, Fransız kolonisini devralmak için bu fırsatı kullandılar. Haiti’den İspanyol kolonisine göç eden birçok kişi olduğunu belirtmek gerekir. Yanlarında servetlerini ve uzmanlıklarını getirdiler.
Kübalılar, Haiti’den gelen mülteci çiftlik sahiplerini sıcak karşıladı. Onların yardımıyla, Küba, Karayipler’in yeni şeker merkezi olmayı amaçlıyordu. Ancak bunun için daha fazla Afrikalı köle gerekiyordu. Ancak Haiti devrimi kölelik uygulamasının temelini çürütmüştü. Kölelerin özgürlüğü için yapılan çağrılar artıyordu (kölelik kaldırma). 1 Ağustos 1834’te İngilizler, imparatorluklarındaki her kölenin artık özgür olduğunu ilan etti. Ancak İspanya, Küba’daki şeker sektörünün köle iş gücüne bağlı olduğu için aynısını yapmayı reddetti.
Dünyanın en büyük şeker ihracatçısı olan Küba, 1850-1860’lı yıllarda da aynı şekilde devam etti. Bu yüzden hiç kimse Küba’ya Afrikalı kölelerin getirilmesine engel olmadı.
Kölelik, Küba tarihini tanımlayan bir öğe oldu. Birçok kez yapılan nüfus sayımlarında Afrikalı kölelerin İspanyol göçmenlerden daha fazla olduğu belirtildi. Günümüzde bile, Kübalıların %60’ı kölelerden gelen nesillere sahip.
Küba’nın şeker çiftlikleri, İspanya’nın devamlı arttırdığı gümrük vergilerine rağmen genişlemeye devam ediyordu. Havana’daki beyaz göçmenler zenginleşirken, kırsal bölgeler sefaletten yıkılıyordu. Küba’nın en büyük şeker müşterisi, kuzeydeki komşusu Amerika Birleşik Devletleri’ydi.
1860’ta köleliğe karşı olan Abraham Lincoln ABD başkanı seçildi. Güney eyaletleri hemen birlikten ayrıldılar. Başkan Lincoln orduyu seferber edince, uzun ve kanlı bir mücadele başladı. Savaşın başlarında, Lincoln ABD’deki tüm köleleri özgür bıraktı. 4 yıl sonra kuzey güneyi yendi ve kölelik feshedildi.
1.yüzyılın başlarında Küba, doğu ve batı olarak ikiye ayrıldı. Başkent Havana, adanın batı kısmındaydı. Burada İspanya kökenli tüccarlar ve adanın en önde gelen devlet memurları kalıyordu. Bu, şeker ticareti ile ilgili insanlar demek daha doğru olur.
Küba’daki çiftlik sahipleri her zaman köle isyanlarından korkmuştur. Ancak tarihte, köle ayaklanması yerine aksine savaşın başlatıcısı Carlos Manuel de Cespedes oldu.
Carlos Manuel de Cespedes Dönemi
Carlos Manuel de Cespedes, Küba’nın bağımsızlık savaşıyla bağdaşan bir isimdir. 1868’de İspanya’nın uyguladığı yüksek vergilerin sebep olduğu şeker kamışı çiftliği sorununu çözmek için Kübalıları ayaklanmaya çağırdı. Adanın bağımsız bir ülke ilan edilmesiyle birlikte köleleri özgür bıraktı. Küba’nın bağımsızlık mücadelesinde İspanya’ya karşı 12.000 kişilik bir orduya karşı savaştılar. 1878’de barış anlaşması imzalandı, ancak 100.000’den fazla insan hayatını kaybetti. Savaşı kaybettiler, ancak ülkelerinde ciddi reformlar gerçekleştirildi. İfade özgürlüğü ve politik partilerin kurulabilmesi gibi en önemli reformlar yapıldı, ancak Küba hala İspanyol sömürgesi olarak kaldı.
Anlaşmadan sonra bile kölelik devam ediyordu. Sadece dışarıdan köle getirilmeyi bırakmışlardı. Kölelerden yalnızca savaşa katıldığını kanıtlayabilenleri serbest bırakıyorlardı, geri kalanları ise yine aynı şekilde çalıştırıyorlardı. Köleliğin feshedilme süreci yavaş yavaş ilerledi ve nihayet 1886’da tamamen sona erdi.
Şair Jose Marti
Çoğu İspanyol reformlarını yetersiz bulduğu için, binlerce İspanyol sürgüne yollandı. Bu sürgünlere genç bir gazeteci ve şair olan Jose Marti de katıldı. Savaş sırasında İspanyolların tutsağı olmuş ve ağır iş cezasına çarptırılmıştı. Jose Marti, 1853 yılında Havana, Küba’da doğdu. Havana’da doğup büyüyen Jose Marti, Küba’nın bağımsızlığına olan inancıyla tanınan bir yazar ve politikacıydı. Marti, Küba’nın bağımsızlığı için mücadele edenler arasında yer aldı ve özgürlük hareketlerini destekleyen birçok yazı yazdı. Marti’nin fikirleri, Küba’daki insanların özgürlük ve adalet taleplerini yansıtıyordu ve bu nedenle halk tarafından seviliyordu. Jose Marti’nin hayatı, Küba tarihinin önemli bir bölümünü oluşturmaktadır ve Küba’nın bağımsızlık mücadelesindeki rolü unutulmazdır.
Vatanı olmayan insan ve özgür olmayan bir vatan yoktur. “..no hay hombre sin Patria, ni Patria sin libertad.” Jose Marti
Politik şartlar nedeniyle Küba’yı terk etmek ve ABD’ye yerleşmek zorunda kalan José Marti, birçok Kübalı sürgünün vatanlarını kurtarmak için yeni bir savaştan bahsettiklerinin farkındaydı. Orta sınıf bir aileden gelen Jose Marti, İspanyolların Küba’da olmaması gerektiğine inanıyordu. Afro-Kübalı birçok sürgüne okuma yazmayı öğreten Jose, aslında 19. yüzyılın en önemli İspanyol yazarlarından ve tanınmış şairlerinden biriydi.
Bugün, Jose Marti’nin şiirleri dünya çapında ünlüdür. 1929’da Kübalı radyo şarkıcısı Jose Fernandez Diaz, Jose Marti’nin şiirinin bir parçası ile Guantanamera adlı şarkıyı besteledi.
Şiirlerinin çoğu Küba’nın özgürlük savaşıyla ilgilidir. Kendisi İspanyolların tutsağı iken vahşeti bizzat yaşamıştı. Savaş sırasında Jose Marti, İspanyolların tutsağı oldu ve ağır iş cezasına çarptırıldı. Küba’nın özgürlüğü hayali uğruna sürgündeki Kübalıları birleştirmeye karar veren Marti, Maceo, Máximo Gómez gibi grupları birleştirerek bir ittifak kurmayı başardı.
Amaçları, Küba’yı İspanya’nın işgalinden ne pahasına olursa olsun kurtarmaktı. Bu amaca ulaşmak için Miami’deki Kübalı sürgünlerden para topladılar, silah satın aldılar ve bunları gizlice adaya (Küba’ya) yolladılar. 11 Nisan 1895’te Jose Marti ve diğer komutanlar Doğu Küba’ya vardılar ve Küba’nın İspanya ile olan savaşındaki kıdemli askerlerle buluştular. Ancak şair Jose Marti’nin bu askeri gruba ait olmadığı kısa sürede belli oldu. 19 Mayıs 1895’te savaşın ilk muharebesinde Jose Marti, Küba ve İspanya sınırları arasında taarruza geçti. Göğsüne bir İspanyol kurşunu saplandı ve özgürlük ve hayallerinin gerçekleşmesini göremeden öldü.
Bir politikacı, bir gazeteci ve bir yazar olarak en büyük başarısı, Küba’nın özgürlük hasretini kalıcı bir şekilde etkilemiş olmasıdır.
Başlatılan ayaklanmaların Kübalılar tarafından da desteklenmesiyle İspanyol ordusu tekrar tekrar bozguna uğrayıp topraklarından çıkmak zorunda kaldı. Bu yenilgiler sonucu İspanyol hükümeti, Küba’ya yeni bir lider gerektiğini fark etti ve savaşı kazanmak için en gaddar generalini oraya yolladı. Valeriano Weyler adını taşıyordu.
Valeriano Weyler
Weyler, kök kazıma yöntemlerini kullanan biriydi ve Toplama İlkesi adlı yasayı yaratmıştır. Bu yasa, kırsal kesimde yaşayan halkın istekleri olmadan zorla kasabalara taşınmasını gerektirmekteydi ve devrimcilerin kırsal kesimden sağladığı desteğin önüne geçmek amacını taşımaktaydı.
Küba’nın geniş alanları boşaltıldı ve insanlar kırsaldan şehirlere göç etmeye başladılar. Yerlerini terk etmeyenler ise derhal idam edildi. Terk edilmiş kırsal bölgelerdeki her şey, muz ağaçları dahil, yerle bir edildi.
Kırsal kesimin şehirlere gitmesiyle büyük şehirler fazla mülteci alamayacak duruma geldi. Böylece, Weyler toplama kamplarının inşa edilmesini emretti.
On binlerce sivil kalan kasabalara ve köylere yerleştirildi ve ilgiye muhtaç bırakıldılar. Bu korkunç bir insani faciaydı. 400,000 kişinin zorla tahliye edildiğini düşünün, ölü sayısı 155,000 ile 170,000 arasındaydı.
Bu duruma yalnızca Küba’nın güçlü komşusu müdahale edebilirdi. ABD, Küba’daki İspanyol teröründen sonra asilerin son şansıydı. Müdahale etmelerini sağlamak için yeni bir ittifak kurdular. Amerika magazin basını, Küba vahşetinin fotoğraflarını ve raporlarını ABD’ye kaçırdı ve basın baronları Joseph Pulitzer ile Willam Randolph Hearst’in sahip olduğu gazetelere verdiler. Bu, ilk modern bilgi savaşlarından biri olarak kabul edilebilir. ABD’deki birçok gazete, İspanya’nın Küba’yı kontrol etmesine karşıydı.
ABD Başkanı William McKinley, basının baskısı altındaydı ve çoğu Amerikalı, Küba’ya müdahale edilmesini istiyordu. Ancak McKinley, ülkesini savaşa sürüklemek istemiyordu. Bunun yerine, İspanya’ya bir ültimatom sundu: Küba’yı özgür bırakın yoksa ABD, asilere modern silah satmaya başlayacaktır. Bir güç gösterisi olarak McKinley, ABD donanması’nın en modern gemilerinden birini, Ocak 1898’de Havana’ya gönderdi. USS Maine, sadece 3 yıllık bir gemiydi ve ürkütücü 25 santimlik silahlarının 18,000 metrelik menzilleri vardı. Maine’in resmi görevi, Küba’daki Amerikan mülklerini korumaktı.
İspanya hükümeti, Başkan McKinley’in taleplerini kabul etmeye hazırdı. Ancak, USS Maine’in sefere yollanması İspanya basınında bir saldırganlık göstergesi olarak kınandı.
15 Şubat 1898’de USS Maine, Havana Limanı’na demir atarken gemideki 355 Amerikalı denizci ve subayın çoğu uyuyorlardı. Aniden akıl almaz bir olay yaşandı. Korkunç bir patlama nedeniyle gemideki 355 kişiden 261’i öldü. Bu patlama hakkında birkaç teori vardı:
-Castro’nun teorisine göre, ABD müdahaleye gerekçe göstermek için kendi kendine patlatmıştı.
-Başkalarına göre, İspanya’ya karşı savaşan Kübalılar, müdahale edilmesi için gemiyi patlatmışlardı. Müdahale edilmesi için ABD’e bir bahane lazımdı ve Maine’i bahane olarak kullandılar.
-ABD’nin ilk tepkisi, bunu İspanyolların yaptığını düşünmek oldu. ABD’yi adadan kovmaya çalışıyorlardı ve bu yüzden ABD’nin karşılık vermesi gerekiyordu.
Başkan McKinley artık kamu baskısına daha fazla dayanamayıp orduyu seferber ederek 21 Nisan 1898’de İspanya’ya savaş açtı. Resmi amaç, Küba’ya bağımsızlığını sunmaktı. Ayrıca meclis, Küba’nın Amerika Birleşik Devletleri’ne katılmayacağına karar verdi. İspanya için bu savaş ilanı bir felaketti.
Küba’daki İspanyol ordusu, Avrupa desteği olmadan fazla dayanamayacaktı. Bu zayıf noktadan faydalanmak için ABD donanması hemen Küba’nın etrafına bir deniz kuşatması yerleştirdi. İspanya donanması da ordusu gibi tuzağa düşmüştü. Gemiler, Santiago Limanı’nda, adanın doğusundaki en büyük şehirde demirlenmişti. Kuşatmanın ardından ABD birlikleri hiçbir direnişle karşılaşmadan güneydoğu Küba’ya vardılar. 1898’de normal Amerikan ordusunda sadece 28.000 asker vardı. Küba’yı işgal etmeye yeterli değildi. Sayılarını arttırmak için gönüllü asker birimleri seçildi. Bunlardan en ünlüsünün adı Rough Riders’dı. Gönüllü süvari birliği Rough Riders’ı başlattı. Komutanları, donanma müsteşarı Theodore Roosevelt’ti. Küba’nın kurtuluş savaşı için o da gönüllü olmuştu. Haziran 1898’de Rough Riders, öncü filmci Thomas Edison’ın ilk filmlerinden birinin konusu olmuştu. Rough Riders, Küba’ya 23 Haziran 1898’de vardılar. İlk görevleri Santiago’daki İspanyol kalesini ele geçirmekti. İspanyol ordusu şehrin dışında güçlü konumlara ulaşmıştı. Savaşın en yoğun anında Rough Riders’ın komutanı Theodore Roosevelt adamlarına Santiago’nun dışındaki tepelere hücum etmelerini emretti. Her iki tarafın da ağır kayıpları oldu. Ama sonunda Amerikalılar kazandı. Savaş sonrası Roosevelt ve Rough Riders meşhur oldular. Ancak zafere olan katkılarını şiddetle inkar edenler de var.
Zaferin ardından Amerikalı birlikler ve Kübalı asi güçler, Santiago’nun tamamını kuşatmıştı. Bu hem İspanya ordusunu hem de son zafer şanslarını tehlikeye atmıştı. İspanya savaş filosu hala Santiago Limanı’nda demirliydi. Filonun limanı kuşatması, ABD donanması kadar ağır silahları yoktu. Ancak kruvazörlerden ve muhriplerden oluşan İspanya gemileri daha moderndi. Açık denizlere kaçmak onların tek şansıydı. 3 Temmuz 1898’de İspanya filosu kaçmak için limandan uzaklaşmaya başladı.
2 saatlik bir savaşla bütün İspanyol filosu yok edilmişti. 323 İspanyol denizcisi öldürülmüş, 1729’u da esir alınmıştı. Karşı tarafta bir Amerikalı denizci ölmüş, bir diğeri yaralanmıştı. Filosunu yitiren İspanya için savaş sona ermişti. İspanya teslim olduğunda Küba zafer coşkusu içindeydi. Havana’daki İspanya bayrağı 13 Ağustos 1898’de son kez indirildi. Ancak Küba’nın özgürlük hayalleri yine gerçekleşmedi. İspanya bayrağı indirildiğinde ABD bayrağı dalgalanmaya başladı.
İspanya zaferi, Theodore Roosevelt’e Beyaz Saray’ın kapılarını açtı. Roosevelt, 1901’de devlet başkanı oldu. Savaştan önce söz verildiği gibi, Küba, onun başkanlığında bağımsız bir devlet olacaktı. Aynı zamana kadar Amerikalı şirketler, Küba’nın ekonomisinin büyük bir kısmını ele geçirmişti.
ABD, Küba’nın kurtarıcısıyken işgalci olmuştu. Ancak Kübalılar daha fazla yabancı yönetimi istemiyorlardı. Ne de olsa Amerikalıların İspanya’yla savaşma sebebi Küba’yı özgürleştirmek değil miydi?
Birliklerini geri çekmek için ABD hükümeti ciddi güvenceler talep etti.
1901 yılında Kübalılar toplanıp Küba’nın anayasasını yazmaya başladılar. O esnada birkaç meclis üyesi, Orville Platt adlı bir senatörün liderliğinde Küba’nın bağımsızlığı ilan edilip ABD’nin geri çekilmesi için Amerika mülklerinin korunacağına dair güvenceler olması gerektiğini ya da ABD’nin müdahale etme hakkı olduğuna karar verdiler.
Bunu öğrenen Kübalılar, derhal bu fikri reddettiler. Platt yasasına göre, Küba özgür bir ülke olamayacaktı. Ancak biliyorlardı ki Washington’a taviz vermezlerse, birlikler geri çekilmeyecekti. Platt yasasına göre, ABD’nin Küba’da askeri üs kurma yetkisi olacaktı. Amerikalıların seçtiği yerler arasında, adanın en güneydoğu köşesinde Guantanamo Koyu vardı. Koyun doğal ve derin limanı, büyük savaş gemilerini barındırmak için idealdi.
ABD donanması, ABD dışındaki en büyük deniz üssünü Guantanamo’da kurdu. Bu sırada, Atlantik ve Pasifik Okyanusunu birleştirmek için Panama Kanalı’nın inşaatına başladılar. Amerika Donanması, Guantanamo’dan Karayiplerdeki tüm nakliyatı kontrol edebilecekti.
ABD, Guantanamo Koyu’nu 1903’ten beri yıllık 4.085 dolara ebediyen Küba’dan kiralıyor. Burası, devasa bir üs ve ABD denizcileri için bir sürü tesis sağlanıyor. Küba’daki tek McDonald’s lokantası gibi. Ancak uluslararası açıdan, Guantanamo, ABD ile Küba arasında gerilim yaratan bir sorun.
1901’de Başkan Theodore Roosevelt, Küba’daki seçimlere izin verdi. 31 Aralık 1901’de Kübalılar ilk kez oy kullanarak ilk cumhurbaşkanlarını seçtiler. Ancak ABD’yi protesto etmek için en umut verici aday, bağımsızlık savaşlarındaki bir general adaylığını geri çekti. Geriye kalan tek aday, Tomas Estrada Palma’ydı. ABD’de sürgünde yaşayan bir Kübalıydı. Rakipsiz olduğu için Estrada Palma’nın zaferi kaçınılmazdı. Kübalıların yarısından çoğu, ona oy verdi.
Küba’nın İlk Cumhurbaşkanı Tomas Estrada Palma
ABD başkanı Tomas Estrada Palma’yı seçmedi, o demokratik bir şekilde seçilmişti. Ancak, en belirgin gerçek, Platt Yasası altında başkan seçilmiş olmasıydı.
Tomas Estrada Palma ve sonraki hükümetler Küba’yı genellikle Amerika’nın etkisi altında tuttu. USS Maine’de ölen şehitlerin anısına Havana’nın merkezine bir anıt dikildi: Küba’yı koruyacak bir Amerikan kartalı.
1901’de Küba, özgürlüğe doğru ilk adımlarını attı. 400 yıllık İspanyol sömürge yönetimi sona ermişti. Ancak, Küba’nın geleceği o zamanlar da belirsizdi, günümüzde olduğu gibi. ABD’nin adaya getirdiği demokrasi kavramı, Kübalılar için çok yeni bir kavramdı ve uygulaması tahmin edemeyeceğimiz kadar zordu. Küba feragat ederse, ABD askerleri adayı yeniden ele geçirmek için hazırda bekliyordu. Bu nedenle, Pulitzer ve Hearst zamanından USS Maine faciasından İspanya-Amerika Savaşı’na kadar, Küba ile ABD arasındaki ilişkiler her zaman gergin kaldı.