Kuala Lumpur’dan saat 15:00 uçağıyla 2 kişi 175 dolara Kamboçya’nın başkenti bir zamanlar Pol-Pot rejiminin hüküm sürdüğü Phnom Penh’e gidiyoruz.
İstanbul’dan 25 dolara (yeni ücretlendirme 37$ online visa) vizelerimizi aldığımız için havalimanında hiç oyalanmadan çıkış işlemlerimizi yapıp taksiyle otele gidiyoruz. Kamboçya’da her yerde amerikan doları geçerli fakat gitmeden önce bozuk yaptırırsanız iyi olur. Biz parayı bozdurmayı unutunca ne yapalım artık havalimanında bozdururuz dedik ama havalimanındaki döviz bürosunda da bozuk olmayınca taksici yol üzerinde bir benzinlikte durarak hem benzinin aldı hemde bizim para bozulmuş oldu. Otelimizi yine booking.com dan yaptığımız King Grand Boutique Hotel’de geceliği kişi başı 25 dolar’a kalıyoruz. Otelimizin bahçe ve terasında olmak üzere 2 havuzu vardı. Kraliyet sarayına 5 dakika mesafede muhteşem konumda bir oteldi. Bu otel seçimlerinden de pek bir anlıyorum herhalde. Yalnızca 1 dolu günümüz olduğu için ertesi gün bizi Tuol Sleng işkence merkezine ve Choueung Ek – Killing Fields ölüm tarlalarına götürmesi için taksi ayarlıyoruz. Odamıza yerleşip üstümüzü değiştiğimiz gibi sokaklara atıyoruz kendimizi. Orkun hemen akşam sporunu yapıyor yol üstü 🙂
Karnımız öyle böyle aç değil hemen giriyoruz yol üstü bir yere, ne yiyeceğimizi de bilmiyoruz ki garson Amok yememizi öneriyor. En bilindik yiyeceklerinden bir tanesiymiş. Orkun tercih etmese de ben hemen sipariş veriyorum. Balıklısı ve tavuklusu var. Hindistan cevizi sütü, yumurta, baharat karışımı ile muz yaprağından pişiriliyormuş. Yerken muz yaprağına bayılmıştım.
Önce Kamboçya tarihini ve Pol-Pot dönemini anlatmakta fayda var diye düşünüyorum;
Kamboçya ve Vietnam topraklarının yönetim ve idaresi 1864 yılında Fransanındı. Sonrasında Kamboçya halkı Kral Sihanouk’un yönetimine geçiyor. Bu sırada yaşanmakta olan Vietnam ile Amerika arasında savaş yüzünden Sihanouk Çin’in başkenti Pekin’e kaçar. Kral’ın kaçmasıyla birlikte kendilerini kızıl khmerler olarak adlandıran komünist gerilla yönetimi başlıyor. Kızıl Khmerlerin lideri yani baş aktörü Pol Pot’tur. Khmerlerin düşünce sistemi olan ” Yeni halk, yeni insan ” hiç gecikmeden fiili olarak uygulanmaya başlanıyor. Şöyle ki; öne şehirleri boşaltmakla işe başlarlar, okumuş eğitim görmüş herkes öldürülür, şehirdeki tüm kütüphane, banka ve bunun gibi yerler yakılır, aa bu gözlük takıyor kesin okumuştur diye bu insanlar da öldürülüyor, yabancı dil bilenler de es geçilmiyor, “köylü milletin efendisidir” anlayışıyla herkesi köylü olmaya zorluyorlar.
İnsanların ibadethanelerini yıkmakla kalmayıp buda heykellerini bile kırıp döküyorlar. Çünkü ibadet etmenin ve insanın ailesi olmasının insanları zehirledikleri inancındalar.
Köylü olmaya zorladıkları insanları şehir dışına çıkararak pirinç tarlalarında günde 20 saate yakın askerlerin kontrolleri altında çalıştırmaya başlıyorlar. Çalışanlara yalnız 10 gün de bir izin verilmektedir. Bu askerlerin hepsinin beyni tamamen insan öldürmeye odaklanmış bir şekilde yıkanmış durumdadır. Çalışan işçilere ha yaşamışsın ha ölmüşsün ne önemi var gibi psikolojik baskılar yapılmaktadır. Ve bu baskıları yapan bunca insanı öldüren askerler daha çocuk yaştaydı.
Oldu da işçi hastalandı ya da yoruldu bu ölmesi için geçerli bir sebep olarak kabul ediliyor. 2 günde bir bir avuç pirinç ile beslenen bu insanlar açlıktan ve susuzluktan dolayı meydana gelen salgın hastalıktan ölmektedirler. Ölenler/öldürülenler pirinç tarlalarının etrafına açılan çukurlara toplu halde atılırlar.
Fazla kurşun harcamak istemeyen askerler en ilkel yöntemlerle vahşice ve bir çok değişik ilkel işkence araçlarıyla öldürmeye devam ederler. 1977 yılından sonra kampa o kadar fazla insan getirilmiş ki bu kadar insanı öldürmeye vakit olmadığı için topluca kazılan çukurlara atılarak üzerilerine zehir dökmüşler.
1975-1979’a kadar süren bu dört yıl boyunca toplam 2 milyon insan ölmüştür. Kızıl Kmerler’in Vietnam’a saldırması üzerine kendi sonlarını hazırlamış oldular.
Paris’te eğitim gören Pol-Pot’un ülkeye getirdiği rejim 4 yıl boyunca sürmüş bu rejim ülkeyi 40 yıl geri götürmüştür.
Bizim de ilk durağımız şehrin dışında (şehire 20 dakika uzaklıkta) yer alan binlerce insanın işkence edilerek öldürüldüğü bu tarlalar oluyor. Girişten kişi başı 3 dolar vererek biletlerimizi ve kulaklıklarımızı alarak numaralandırılmış yerleri sırasıyla gezmeye başlıyoruz.
Yağmurların yağmasıyla işkence görenlerin kemiklerinin ve giysilerinin toprak üzerine çıkmasıyla bunlar toplanıp cam kutular içinde tarlaların belirli kısımlarına konulmuştur.
Bunları gördükten sonra daha 40 yıl önce burada yaşanan katliamı düşünmek bile insanın kendini tuhaf hissetmesine yetiyor. 129 tane toplu mezar bulunmaktaymış. Çoğu mezarlardan çıkarılmış ve 8000 tane kafatası bulunmuş. Bulunan bu kafatasları tarlanın hemen girişinde bulunan anıtın içinde öldürülen insanların yaşına göre ayrı ayrı bölümlere konularak sergilenmektedir.
Dikkatimizi çeken asıl yer resimdeki ağacın yanındaki mezardı. Bu mezarda bir çok çocuk cesetleri çıkmış. Çocukları öldürmek için bu ağacın gövdesi kullanılmış.
Ölüm tarlalarını gezdikten sonra sıra Tuol Sleng müzesinde. Burası zamanında okulmuş fakat Pol-Pot burayı hapishaneye çeviriyor. İnsanların ölüm tarlarına götürülmeden önce gözaltına alındığı, sorguya çekildiği yer. Hapishanenin bir çok yerine hücre ve işkence odaları kurulmuş. Zaten bir çoğu daha ölüm tarlalarına gitmeden burada can vermişler bile. Bahçede bulunan direkler çok ilginçti ilk başta pek bir anlamsız geldi ama öğrendikten sonra hayrete düştük. Yapılan işkencelere dayanamayıp bayılanları bu direğe ayaklarından asarak direğin altında bulunan içi dışkı dolu vazoların içine başlarını sokarak ayılmalarını sağlıyorlarmış.
Müzenin halen bir çok odasında işkence yapılan aletler sergilenmektedir. Odanın tam ortasında bulunan işkence aletinin insanı nasıl öldürdüğünü gösteren bir de resim bulunmaktadır.
Asıl en kötüsü resimdeki kadın çocuğu kucağındayken resim çekilmek için bir sandalyeye oturtuluyor ve tam o anda beyninin ortasına çivi geçirilerek öldürülüyor. Herkesin hikayesi farklı ama bu resimdeki kadınınki en acıklı olanıydı bence.
İnsanları öldürmeden önce ve öldürdükten sonra resimlerini çekmişler
Bu resimler arasında çocuklar da vardı. Çocukları öldürmelerinin sebebi ise ileride bir gün intikam alırlar diyeymiş. Böyle bir katliam dünyanın hiç bir yerinde yaşanmamıştır sanırım.
Bu kadar insanın içinden kaçmayı başaran hiç kimse olmadı değil. İşte kaçmayı başarabilen Chum Mey’ in hücresi
Katliamda en son öldürülen 14 kişinin mezarı müzenin bahçesinde gömülmüştür
Müze’yi gezdikten sonra en üst katta video odası var. Burada yaşananları gerçekten yaşamış burada bulunmuş insanların ağzından dinleyebilirsiniz.
Yine bir odanın içine kafatasları ve bir çok kemiğin bulunduğu bu alanda ibadet edebilirsiniz. Biz de kendi inancımıza göre duamızı ettik ve artık buradan ayrılıyoruz.
Yaşanmış olan, akla mantığa sığmayan bu rejimin tüm etkilerine rağmen halk çok güler yüzlü.
Günün son durağı olan Wat Phnom’a gidiyoruz. Giriş ücreti 1 dolar.
Sabahın 7’sinden beri hiç durmadan, oturmadan geziyoruz. Otelimize gidip valizlerimizi alıp taksici bizi otobüsün kalkacağı yere götürüyor. Hemen işlemlerini halledip Siem Reap’e biletleri aldığımız gibi valizleri yetkililere teslim edip 1 saat içinde karnımızı doyuracak yer bulmalıyız. Acentenin tam karşısında bir restaurant vardı çok kısa vaktimiz olduğu için başka yer aramanın gereği yok diye düşündük. Bopha Phnom Penh Titanic Restaurant Tonla Sap Nehri’nin hemen kenarına kurulu yemeklerinin lezzeti olsun ve garsonların ilgisi, güler yüzü olsun çok lüks bir yerdi.